Cuma, Eylül 24, 2010

Sevdik bu Şehri

Toronto’ya taşınmadan önce çok endişelerim vardı...Sıkılacakmıyız? Özliyecek miyim? Durabilecekmiyim? diye. Bu soruların cevaplarını henüz bulmuş değilim gerçi. Ama en çok bir rahatlama hissi içerisindeyim. Şehrin kuzeyinde bulduk evimizi. Şehir merkezinden uzakta olalım istedik. En çok ta okulların başarı ortalamaları yönlendirdi bizi bu bölgeye. Bizim mahallede fazla yok ama civarda Çinliler çok fazla..Ama bildiğimiz Çinli gibi değiller,,Bilmem kaçıncı nesil olmuşlar. İnanılmaz hırslılar. Hatta çoğu oldukça zengin..Hint’li, Kore’li, Rus, Japon azınlıklar takip ediyor onları. Gerçek Kanadalı çok az var..Herkes birbirine “aslen nerelisin” diye soruyor ve herkezin bir cevabı var..Ben 7 kuşaktır İstanbul’luyum diyorum ama :))






Banliyömüz,(!:) oldukça sakin, yemyeşil ve düzenli...Trafik ve otopark derdi yaşamadım henüz..Elbette trafikte yoğunluklar var ama bir kargaşa değil..Kimse kimseyi sıkıştırıp şeridine geçmiyor. En yakın alışveriş merkezine gitmek için kuyruklarda beklemiyorum. Kimse neden gitmiyorum diye korna çalmadı henüz, hatta ben yanlış şeritte bekleyip arkamdakileri bloke ettiğimde bile. Karşıdan karşıya geçerken ezilme tehlikesi atlatmadım şükür. Yayalar en önemli şahsiyetler trafikte. Her alışverişte, kasiyerin bugün nasılsınız? Sorusuna alıştık artık. Alışverişleri 11. kata taşıma derdimin olmaması hoşuma gidiyor en çok. Geldiğimden beri puseti kucağımda taşımak zorunda da kalmadım mesela, daha öncesi mimari ödüllü bir sitede taşıdığım gibi. Bazen insanlar öyle yardımsever ve samimi ki, kendimizden hicab duyuyoruz. Alışacağız... Şimdiye kadar girdiğim hiçbir kapıda güvenlik dedektöründen geçmedim. Henüz bir hırsızlık, kapkaç, gasp olayına da rastlamadım. Duymadım.Kasada para öderken arkamızdaki müşteri bizden öne geçip torbalarını da hazırlamadı daha. Neredeyse her evde bir köpek olmasına rağmen, bir b...a da basmadık. Haberler de çok sıkıcı. Yağmur yağdı diye kimse sular altında ölmedi henüz, ülkenin başbakanını yolda görsem tanımam. Zira rastlamadım tv de..Tecavüz, eroin mafyası, sergi basıp adam dövme ve cinayet haberlerini, neti açıp Türkiye’deki haberlerden öğreniyoruz. Bünye istiyo çünkü. Alışamadı. Ülkenin; ne iş yaptığı belli olmayan, ama çok zengin ve şöhretli kısmısınlada tanışmadık henüz magazinden. Türk dizilerimizin de eşi benzeri yok , netten takip ediyoruz.

Bölgemizdeki her türlü, sosyal, sanatsal olaylardan haberdar olalım diye evimize dergiler yolluyorlar. Ne çok para dökerdim bu dergilere her ay. Ama ben en çok kapımıza gazete atan teyzeyi seviyorum. Amerikan özençliğim varmış meğersem.



İnsan profili oldukça konservatif.. Şehir merkezinde var tabi marjinal tipler, dilenciler, homeless lar ama etrafımda “”ya bu ne yahu” dediğim insanlara rastlamadım henüz. Biraz Çinli kızlarımız seviyor topuklu, garip, çakma ayakkabılar ile gezmeyi. Gece patinaj çeken asi delikanlılarda yaşamıyor sanırsam. Burada üstü açık arabalar ve motorsikletler yaşlı amcaların tekelinde nedense. Bünye de de ehlil olmak gerekiyor galiba. Bir de,  “evin hanımına karşı gardını almış” yüz ifadesiyle otobüslerden inip, evlere dağılan kadınlarda yok sabahları. Burada herkes kendi işini kendi yapıyor. Niye paraları mı yok.? Bilmem..Ben de utanıyorum komşulara “bildiğin güvenilir biri varmı?” diye sormaya:))) En çok Ayşemi aradım ama ne yalan söyliyim.Zor geliyo bu ev işleri. Bitmiyor, bitmiyor... O da beni ararmış ama “Ablam benide aldırsın” dermiş... ama...Çok zor be Ayşem. Keşke olabilse..Ben kendi işimi yaparım da..Senin "ümidin" olmak üzüyor beni. Neyse bunu sonra anlatırım. Uzun çok. Diyeceğim herkes otunu biçiyor, tamiratlarını yapıyor, arabasını kendi yıkıyor..Biz geldik geleli arabamızı hiç yıkamadık.(neredeyse 3 ay) .Onca yağmura rağmen pırıl pırıl hala..Gerçi henüz açıkta kalmış toprak birikintisine de rastlamadım, ya ağaç, ya çimen yada beton, asfalt.. Uçuşamıyor ki toprakcağız, kirletsin..Ama en büyük derdim çöplerle..Gerçekten!! Haftada bir gün geliyor çöp arabası. Biriktirmen ve de ayrıştırman lazım..Ben uzun senelerdir alışığım bu ayrıştırma işine de, haftalık olarak tasnif edip bekletmen çok zor oluyor.Tabi öyle eline geçeni mutfak çöpüne atamıyorsun o zaman. Her türlü yemek artığı öğütücüye, en ufak naylon torba dönüşüme, karton kutular, istenilen ölçüler de katlanacak, bahçe çöpleri büyük kesekağıtlarına,,, "Diğer" diye saydığın herşey de siyah poşetlere. Ben arada bişileri kakalıyordum başlarda. Ama bir sabah postacı kılıklı teyzenin mahallede dolaşıp çöpleri karıştırıp notlar aldığını görünce vazgeçtim. Bu memleket ister istemez sana düzeni, kuralı, temzliği, saygıyı aşılıyor. Zaten bunca göçmenin yaşadığı bir yerdeki bu düzenin sebebi; benim gibi, ülkesindeki kargaşadan sıkılmış olmalarından kaynaklanıyor sanırım.

Şu an, gerçek sonbahar yaşamanın verdiği duygusallık, etrafa optimist bir gözle bakmamı sağlıyor belki:))) Yakında kara kış çökünce görücem ben seni Lunatic hanım..:)
















Pazar, Eylül 19, 2010

Kuzularım...


Geleli 2 ay 12 gün olmuşş..   Bana yıllardır burada yaşıyormuşum gibi geliyor. Çok iş hallettik. En büyük zorluğumuz, babamızın iki haftada bir gelip, bir hafta kalması. Gerçi İstanbul'dayken daha uzundu bu ayrılıklar ama çevremizde çok insanımız vardı...

Büyük kuzu Duygu'nun adapte olabilmesi için çaba sarfediyoruz.. İstanbul'daki arkadaşlarını çok özlüyor. Bizden daha büyük bir değişim içinde tabii, dil sorunu, yeni çevre, okul heyecanı. Birde Balık burcu olma durumu. Çok duygusal ama bir o kadar da dirayetli kızım. Bugüne kadar hiç üzmedi bizi.  Her işin üstesinden başarıyla geldi...

Yazın kamplarına gitti. İlk günler morali bozulsa da, güzel arkadaşlıklar kurdu eğlendi. Hatta kamp sonunda dans gösterileri sundular,, ağlayarak ayrıldılar..Çocuk kısmısı garip. Daha kolay adapte oluyorlar herşeye..Ve okulu 7 eylül de açıldı..İlk günü okula gitmek çok zor geldi kuzuma..Çok korkuyordu ama belli etmedi:(( Türkiye'deki eğitim sisteminden sonra,,buradaki leblebi çekirdek oldu..İngilizce ve Fransız ca öğreniyorlar allahtan..canı sıkılmıyor şimdilik....ESL (english as a second languge) sınıfına gidiyordu matematik ve dil dersleri için..Öğretmeni "sen artık sınıfında ders yapabilirsin, ingilizcen yeterli" demiş!!..Daha bir mutlu geldi cuma günü..İnanılmaz bir hızla öğreniyor gerçekten...Hatta arada kibarca "Anne......diye de söyleyebilirsin,,biliyorsun demi??" diye beni de düzeltiyor:)) Sınıfındaki arkadaşlarını da sevdi.."Türkiyede' kilere göre çok farklılar,,daha çocuksular sanki,,herkes çok yardımsever,,çok garipler."... dedi ilk günler:)) Şimdi "figüratif buz pateni" ve bale derslerine başlıyacak..İstanbul'daki konservatuar eğitimi boşuna gitmesin istiyorum..Severse devam eder..

Bu arada geldiğimizden beri evde canı sıkılmasın diye neredeyse her akşam bir gençlik filmi seyreder olduk..Bu pre-ergenlik döneminde çok özeniyor bir yandan genç olmaya..Ama, kardeşine oyun oynatıyor görünümünde saatlerce barbie leriyle de oynuyor hala...Yalnız kaldığında ise yazıyor hiç durmadan,,günlükler, şiir ler,,hikayeler... Kim bilir ne fırtınalar kopuyor ruhunda..Yazı yazmak en iyi ifade biçimi oldu hep..(Bana çekmediği kesin yani)...Tabii diğer en büyük tutkusu kitaplar. Getirdiği Türkçe kitapları tüketti çoktan,,tekrar tekrar okuyor...Nereye gitsek elinde bir kitabı muhakkak var.. Değmiyorum çok fazla...Ama saatlerce uzaklaşmasından da üzülüyorum bazen...Kendi içine kapanmasın istiyorum..Zira ergenlik mi?? Bu kadar büyük değişimlerden mi?? Karar veremiyorumm..Belki ikisi birden..Bir de kardeş meselemiz var...Mesele değil aslında,,,çok seviyor kardeşini..Tam 10 yaş fark var aralarında,, Eloş ta 20. ayına yaklaşıyor..Ve ablaya hayran..Yaşının tüm şekerliği üstünde..Ne istese yaptırıyor ablaya...Ela nın doğumundan beri çok sorumlu oldu Duygu..Benim de en büyük yardımcım tabii...Hep söylüyorum bu zorlu taşınma süreçlerinde,,Duygu olmasa ben bir hiçtim..Asla kalkamazdım onca yükün altından.. Ama üzülüyorum bazen,,Ben yorulmiyim diye annelik yapıyor resmen...Okul dan gelir gelmez "Çok üzdü mü ela seni??" oluyor ilk sorusu..Şimdiye kadar Ela nın hiçbir bakımı için bir istekte bulunmadım Duygu'ya..Herşeyi kendi isteğiyle yaptı...Tabii "dur aman ben yaparım" da demedim..Kendi yazdı rolünü..Mutlu görünüyor şimdilik...Evde iki anne bir bebek büyütüyoruz yani:))) Duygu doğduğu günden beri; ne kadar sakin, ne kadar uyumlu ve mutluysa,, Ela kızımda bir o kadar hareketli, çılgın, dediğim dedik!! Doğduğu günden beri bir muziplik var gözünde..Gerçekten:))) Aslında hakkını yemiyim,,karnı tok, sırtı pekse..derdi yok fazla..  Sadece yerinde durmuyor!! Düz duvara tırmanan cinsten..Yüreğimiz ağzımızda geziyoruz..Ya masanın tepesine çıkmış,,  ya merdivenlerden atlıyor...Her tarafı çürük,,ne zaman nasıl oluyor kendi de farkında değil:))) "Bakınnnn nasıl becerdim" diye bir sırıtma yüzde...Tabii 2. çocuğun verdiği rahatlık var serde..Duygu bebekken "aman popüler kültürden etkilenmesin, aman tv seyretmesin, haftalık beslenme takvimleri, gelişim çizelgeleri, cici elbiseler, hergün başka temalı oyun saatleri diye kendimi parçalamıştım.. Eloş bir o kadar programsız şu an.. Evde ne varsa onu yiyor,,eşofman ve şort en favori kıyafetlerimiz, tv evde hep açık..(abla ingilice öğreniyor), uyku saatlerine kendi karar veriyor..:))) Rahat yanii..Bende rahatım...Duygu ya yaptıklarım yanlış değildi belki ama çok ta gerekli olmadığını zaman içinde anladım..Hatta yuvaya başladığı ilk günlerde servisten inipte Seda Sayan şarkısı söylediği gün vazgeçtim...Ben, eşim, çevresi, arkadaşları nasılsa çocukta farklı olmuyor..Bizde çok farklı bişi olsun istemiyoruz ama bunun için çok çaba sarfetmeye gerek yok..Artık kızlarımı şımartıyorum..


Saatlerce oyun oynuyorum...Bende eğleniyorum, Onlar da. Hayatımız oyun parklarında geçiyor..Hep birlikte kumlarla ve sularla oynuyoruz.. Ela yı da götürdüğüm oyun grupları var..Çince yi sökücek yakında:)) Yemek masamızda döküp saçıyoruz... Ela bize yemek servis ediyor en çok.. Bir de yemeklerimize ekmek doğramayı seviyor. Canımız istediğinde lolipopları götürüyoruz...Sakladıkça daha çok ilgi çekici oluyor. Artık çok talep etmiyorlar..  Ablasının gençlik filimlerine bayılıyor:)) Ya da mısırları yere döküp sonra bize yedirmeyi:)) En çok ayakkabılıktaki ayakkabılar dışarda bu aralar...Evin her köşesinden ayakkabı çıkıyor,,,Toronto bize iyi geldi..Aman birileri gelicek,,evi bu halde görmesin endişelerimiz yok.. Akşamları kızlar yatınca en fazla yarım saatimi alıyor nasıl olsa..Yapabildiğim kadar...Kendi kendime soruyorum "özledim mi??" Türkiye'yi diye..Elbette çok özlüyorum ailemi, arkadaşlarımı,,ama sanki bi durulasım varmış, kendi kendime kalmak istiyormuşum bir dönem... Sadece kızlarımla ben.. Tek derdimiz,, kendimiziz..Özümsüyoruz birbirimizi,, özlemişiz hatta.. Hayatımdaki en "değerlilerin" keyfini çıkarıyorum.. Bugün mutluyuz.. Yarın ne hissederiz bilinmez...Önemi de yok zaten....

Salı, Eylül 07, 2010

Sevgi Nehri...

Miniciğim,,,


Ne çok şey başarmışsın gördün mü?? Yüzlerce insanın kalbini, sevgiyle, kim nasıl biraraya getirebilirdi böyle...Çok şey öğrettin bize..Mücadele etmeyi, sevgimizi göstermeyi, ne kadar boş şeylerle uğraştığımızı, hayatın anlamını...Kalbimizin en güzel "SEVGİ NEHİR'İ" sin artık..Ailenin ve bizim yüreğimizde çağlayacak.....